Friday, July 27, 2012

Kedi Cilginligi

Facebook'ta, twitter'da cagil cagil kaynayan kedi fotografi paylasma cilginligini ilgisizce görmezden gelmeye devam ediyorum. Buna ragmen bugün ben de bir paylasim yapacagim.

Sevgili Sabine her zamanki inceligiyle bir kart atmis. Attigi kart, tombul gülümseyen bir kedi. Tüyleri icin kadife kumaslar entegre edilmis. Kulaklari ve burnu ise pembe. 

Posta kutusunda beklenmedik bir zarf bulmak bir mutluluk. Zarfin icinden neseli bir kart cikmasi bir mutluluk. Kartin icinde candan satirlar bulmak da baska bir mutluluk.

Gardrobumun kapisina yapistirdim ki kedicigin gülümseyisi eve yayilsin.

http://janetaliriza.blogspot.de
Sevgiyle kalin,
Janet.

Tuesday, July 24, 2012

Kemik Bahcesi - Der Spiegel

Bu haftaki Spiegel Dergisi'nde enteresan bir konu vardi: "Blue Hole". Bir doga harikasi. Ama haber bu harikanin kara yüzüyle ilintili.

janetaliriza.blogspot.de
Misir - Dahab'da, yani Kizildeniz'de 130 m. derinliginde bir mavi delik varmis.  (Resimleri icin tiklayiniz.) Bu mavi deligi de digerlerinden ayiran bir özellikten söz ediliyor ki gözlere senlik bir mucize. Söyle ki, yüzlerce metre derinlikteki cukurun icinde bir de tünel var. Bu tünel, Kizil Deniz'in öbür ucuna, Suudi Arabistan'a aciliyor. Misir henüz karanlik ve günes Suudi Arabistan'in üzerinde yükselmekteyken denize vuran isik sulardan yansiya yansiya bu mavi delige ulasiyor. Dahab'a daha günes dogmadan, mavi delik aydinlanip isildamaya basliyor. Ne harika degil mi?

janetaliriza.blogspot.de
Öte yandan bu güzellik, dünyanin en tehlikeli dalis noktasiymis. Orada yasayan bir dalgic, Tarik Ömer ile yapilmis bir röportaj var haberde. Tarik Ömer delikten sürekli ceset cikarttigi icin o deligi en iyi bilen kisi olarak taniniyor. Deligin hemen yani basindaki plaj bir mezarlik gibi anit taslariyla doluymus. Ayrica bu deneyimli dalgic onca ceset cikartmak zorunda kaldigi icin bir cok hüzünlü hikaye anlatmis dergiye. Röportajin bazi yerlerinde ürperdim biraz. Mesela diyor ki, "bazi cesetleri 2-3 günden sonra artik cikartmasak keske, ama aileler cenaze yapip topraga gömmek istiyor. Oysa cesetler, yengecler yüzünden cok da iyi görünmüyorlar o vakitten sonra." 

Dalgiclar derinlerden yüzeye dönerken vurgun yememek icin agir agir yükselmelilermis. Ideali dakikada 10 metre diyor kendisi. O yüzden 130 metrede bir ceset buldugunda onu hava yatagina baglayip yukari gönderiyor, kendisi ise agir agir cikiyormus. O ciktiginda, müteveffa coktan götürülmüs oluyormus. Asagi dogru inerken de vücudun alismasina müsade edecek kadar yavas olunmaliymis; ayrica 40 metreden daha derinler icin farkli gaz karisimlari tasimak gerekiyormus. Aksi taktirde önce sarhosluk benzeri emareler bas gösteriyor, ardindan da is halüsinasyonlara, bellek kaybina kadar gidiyormus.

Bunca irkilten bilgi arasinda okudugum bir cümle aklimi ucurdu. Diyor ki Ömer: delige dogru yüzmek, uzaya cikmak gibi. Yavas yavas isik ve renkler kayboluyor. Önce kirmizi, sonra turuncu, sonra da sari. En sonunda sadece mavi kaliyor.

janetaliriza.blogspot.de
Gelelim anlattigi hikayelere. Ilk hikayenin kahramani Rus dalgic Yuri Lipski. Lipski dalarken yaninda kamerasi da varmis. Buddy'si ile birlikte dalmis, ama her ikisi de bröveli hoca olduklari icin asagida ayrilmislar. Tarik, Yuri'yi buldugunda, cesedin yüzü kuma dönükmüs. Video görüntülerine göre, basta her sey yolunda giderken  Yuri hizlanmaya basliyor ve sonra birden tabana cakiliyor. Tahmin edilen o ki, derinlik sarhoslugu ile akli karisan yuri yüzeye ciktigini saniyor, bir yandan da oksijeninin yetmeyecegi endisesiyle panige de kapiliyor. Yüzeye yaklasiyorum derken ters yöne ilerleyerek tabani buluyor ve iste... Kamerasina bir sey olmamis ve kendi ölümünü kaydetmis. Video youtube'da.  Ben basladim, ama sonunda tam olarak neyle karsilasacagimi bilmedigimden vazgectim izlemedim, kapattim hemen.

Bir diger hikaye de yine Rus Igor Schalo ile ilgili. Tam 400 dalis yapmis bir dalgic. 401ncisini burada yapiyor. Derinlere iniyor sonra da yeniden yüzeye dogru yükselmeye basliyor. Cok dalisi olsa da basinc azaltarak yükselme konusunda aslinda o kadar da tecrübeli degilmis. Aralarda durmasi gerekirken, aniden yükselmeye calisiyor. Panige kapiliyor ve kontrolünü kaybediyor. Yine de yüzeye ulasiyor. Görgü taniklarina göre, yüzeye vardiginda aci icinde bagiriyor ve yardim istiyor. Vücudundaki azot döngüsünü saglayamadigi icin yüzeyde vücudunun tipki kola gibi köpürdügü, cevresindeki sularin soda gibi kaynadigi görülmüs. Schalo, orada hayatini kaybetmis.

Bir yanda tehlikeye gözü kapali atlayanlar, bir yanda da ben gibi garantici bünyeler. 
Ne farkeder aslinda, kimse sag cikmiyo iste bu hayattan.
Ben yine de risklere yokum galiba.

Sevgiyle kalin,
Janet.



Monday, July 23, 2012

ARKASI YARIN ROMAN

Size bir blog önerecegim. O, günlük gibi tutugumuz bloglarimiza hic benzemiyor.

Yazari Hüseyin Ütün. Blog adresi:  http://huseyinutun.blogspot.de

Blog'un yazarinin yayinlanmis bir romani var "Yarim Yüzlü Adam"

Ve bu blogunda, Nefes Romanini ve Korkusuz romanini taslak ve gercek zamanli olarak yazip yayinliyor.

Cok enteresan bir calisma; hem blog hem de yazin olarak.

Bakin bakalim, neler düsüneceksiniz.

Sevgiyle kalin,
Janet.

Sunday, July 22, 2012

Lily's in Labor

Dizilerle ilgili bir sey yazmak hic aklimda yoktu. Derken facebok'ta bir arkadasimin yazdigi status hem cok güldürdü (sakin ol sampiyon) hem de bu gereksiz entry'yi tetikleri. Status aynen su (copy - paste):

"Bu Aşkı Memnu ile başlayıp kuzey güney, Adını feriha Koydum daha niceleri v.b. aptal kızların bilinçaltlarını etkileyen geri zekalı entrika dizilerinin Allah belasını versin"

Gecen sezon ben de herkes gibi bir kac dizi takip ettim. Televizyon degil internet üstünden izliyorum dizilerimi. Öyle olunca da reklamlari atlama ya da vaktim oldugunda izleme lüksüm de oluyor. Yalniz Türkiye ile eszamanli izleyemedigim icin eksisozluk, facebook vb. ortamlardaki spoiler'lan zaman zaman herseyi berbat ediyor.

Behzat C. finali icin heyecanlanirken, Mericcigimin pervasizca internette yazdiklari yüzünden savcinin ölecegini bilerek izledim son bölümü. 

Yerli dizilerden iki tanesini izledim. Ikisine de bayiliyorum. Birisi Leyla ile Mecnun, öbürü de Behzat C. Iki dizinin de her karakteri ayri eglence. 

Yabanci dizilerden de How I Met Your Mother, Spartacus, White Collar ve renkleri aklimi basimdan alan Pushing Daisies'i takip ettim. Neden devam etmiyor ki Pushing Daisies?

Uykumu bir türlü getiremedigim önceki gece dizi izleyerek uykuya dalmayi denedim ve How I Met Your Mother'in son bölümünü actim. Izleyenler bilir, Lily sancilanmaya basladiginda cemcük agizli Ted saga sola yedi düvele bir e-mail atarak Lily'nin "uterus acilisina" herkesi davet etmisti. Bununla ilgil bir iyi bir de kötü haberim var.


janetaliriza.blogspot.de
Iyi haber, böyle bir internet sitesi gercekten hazirlanmis!!! http://lilysinlabor.com/ onun adresi.
Kötü haber, CBS her zamanki numarasini burada da yapmis, bölge sinirlamasi koymus: "the video you have requested is not available for your geographic region." (Bunun mantigini anlayamiyorum, vardir elbet bir aciklamasi. Bilen varsa bana da bildirsin lütfen.)

Neyse ki birileri akil edip Youtube'a yüklemis. Merak edenler icin click.

Fonda Türkce ve eglenceli bir seyler dönsün istedigimde de Leyla ile Mecnun bölümleri aciyorum. Kaygisizlar gibi sacma sapan ve müthis bir dizi bence.
Sacma sapan ve müthis.
sacma sapan
ve 
müthis

Sevgiyle kalin,
Janet.

Saturday, July 21, 2012

Yatak Odasindaki Öküz


Kim yatak odasinda bir öküz ister, degil mi?

Öyle degilmis iste.

Ben gözlerimle gördüm...

janetaliriza.blogspot.de


Sevgiler,
Janet.

Friday, July 20, 2012

Ojemin Rengi

Efendim önceki resimde imsakiyeyi gösteren tirnagimdaki ojeyle ilgili soru gelmis Gülay ve Demet'ten.
Ojem bej renk, markasi P2. DM'in kendi markasi.


janetaliriza.blogspot.de
Color Victim serisi 670 numarali  elegant isimli renk bu tam olarak.


Gecen sene neon pembelerle gezip kinaniyordum mütemadiyen.
 - Ne renk o tirnagindaki?
 - Hic yasina yakisiyor mu?
 - O ellerindekini sil ama disari cikarken.
 - Ben de kimler aliyor ki bu renkleri diyordum.


(iste vizyonerlik! Bu sene herkes kullaniyor iste o renkleri.)
(Simdi de tam bi hipster gibi konustum. I used to use it before it was cool.)


Senenin civil civil renkleri dururken bej sürüyorum. 
Mersine - tersine...


Sevgiler,
Janet.

Ramazan 2012

Günaydin! 

Yine anneanne tadinda ve temenni dolu konusmaya baslayacagim. Cok kalpten dilerim ki bu ramazan hanelere bereket, dertlilere deva, hastalara sifa, yalnizlara es, issizlere is, aşsizlara aş olsun bol bol. 

janetaliriza.blogspot.de
Ramazan demek pide demektir, mahmur sahur demektir, saniye saniye yolu gözlenen aksam ezani demektir, herkesi bir araya getiren iftar bulusmasi demektir, (ramazan temali  kötü kola reklamlari demektir), mahya demektir, teravih demektir, hurma demektir, televizyondaki Osmanli esintili ramazan dizileri demektir, dini programlar, ekranin yaninda iftar saati geldiginde rengi degisen sehir isimleri demektir. Ayrica nostalji demektir, biraz burukluk ve hatta damla damla gözyasi demektir. Eskiyi animsatir, duygulari costurur.

Bir de kullanilip kullanilmamasindan bile bagimsiz olarak ramazan imsakiye de demektir bence! 

Ramazan alis-verisi icin bir Türk bakkalina ugradim, ve burada imsakiye de bulduguma cok sevindim! Ama sonra da "sacmalama Janet, Almanya'dasin, Avrupa'nin göbegindeki Türkiye burasi" dedim kendi kendime, gereksiz sevincimi derhal frenleyip, muntazam rulo yaptim imsakiyemi cantama sokmadan. Eve gelince de duvarima tutturdum.

Bu sene cok degisik birkac iftar sofrasinda oturup sonra bunlarda kisa kisa söz edecegim, eger isler planladigimca olursa. 

Dua ve ibadeteriniz makbul ve kabul olanlardan olsun. Janet'i de unutmayin!

Mutlu Ramazanlar!
Janet.

Thursday, July 19, 2012

Not

Facebook mesajlarinin, SMSlerin, e-postalarin, whassapplarin isgal ettigi dünyada kagit ve kalem ile yazilarak kapiya ilistirilen, posta kutusuna birakilan bir not almayali ne kadar cok zaman olmus meger! 


janetaliriza.blogspot.de
Kücücük bir tesekkür notu. El yazisi ile! Bundan sonra ben de -mümkün oldugunca- bunu kullanacagim. Daha kisisel ve dogrudan bir tessekür.


Sevgiyle kalin,
Janet.

Fehmi K.'Nın Acayip Serüvenleri - Hilmi Yavuz

Bu hikaye kitabini eime aldiginda meger eski kapagina aldanmisim. Icinde böyle post-modern bir öykünün cikacagini hic tamin etmemistim. Okumaya basladigim ilk sayfalardan itibaren bu cok da asina olmadigim tarz, itiraf etmeliyim, beni saskina cevirdi. Bir o kadar da neselendirdi! Kitaptan etrafimdaki herkese söz ettim!

Anlaticinin bu denli varlik gösterdigi bir diger öykü henüz okumamistim. Tam bir konudan söz ederken "bu konuda daha fazla yazacagima cok emin degilim" diyen bir anlatici var bu kitapta! 

Su cümleye bakin mesela:

      Simdi biz, anlati okurlari olarak, Fehmi Kavki'nin Anette ile nasil tanistigini merak 
      ediyoruzdur elbette. Ama durun sevgili okurlarim, her seyin bir sirasi var. 
     Ayrica, Fehmi Kavki'nin Anette ile nasil tanistigini size anlatacagimdan simdilik 
     pek emin degilim. (s.11)

janetaliriza.blogspot.de
Ya da su cümle de ilk basta yüzümde gülümseme birakmisti:

    Buraya kadar anlatilanlar, 'bin bankada yalismakta olan Fehmi K. bir yaz sabahi 
    evinden cikip isyerine dogru gidiyordu', diye özetlenebilir. Evet, özetlenebilir
    özetlenmesine de, ben öyle ince, pestil inceliginde kiytirik romanlar yazip üzerine
    'anlati' diyerek okura yutturmaya calisan yazarlardan degilim. (s.12-13)

   Böyle giderse Fehmi K. işyerine kolay kolay varamayacak diye söylendiğinizi duyuyor
   gibiyim, sevgili okurlar. … Ben, Fehmi K.‘yı, elimden geldiğince elbette, şu lanet olasıca
   sokaktan bir an önce kurtarıp işyerine ulaştırmaya çabalarken , öykülemeyi zırt pırt
  keserek, -ve iyi okur ukalalığıyla, işimi güçleştirdiğinizin ayırdında değilseniz ben ne
  yapayım? Onun için sözü uzatmadan, (bu sözüm sanadır ey okur!) Fehmi K.‘nın işyerine
  dönelim. (s.15)

Sevincli bir ramazan olsun, hakkiyla anlamina ererek yasansin dilerim.
Sevgiyle kalin,
Janet.

Wednesday, July 18, 2012

Cocuk Dogum Günü

Arkadasim Shimshim, 10 yasina giren oglunun Mart ayindan bu yana erteleyip durdugu partisini nihayet kutlamaya karar verdi. Parti deyince akla Janet isminin gelmesi on nümero. Partinin cocuk partisi olmasi ise uzmanlik alani disi.

Neyse partinin büyügü kücügü olmaz deyip hemen bir yol plani, yapilacaklar listesi, pasta icin malzeme listesi gibi detaylari organize ettik. (Ben bir basak burcuyum,detaylar bizden sorulur!)

Planlamanin ardindan bir kahve - pasta molasi verdik. (Almanlar pasta, firincilik islerinden anliyorlar mirim.) 
janetaliriza.blogspot.de
 Sonra malzeme alis-verisini tamamladik. Renkli tabaklar, bardaklar, peceteler, happy birthday pankartlari, konuk cocuklara hediye etmek üzere playmobil figürleri, ve topluca delirmelerini engellemek icin onlari oyalayacak cesitli oyunlar aldik.

janetaliriza.blogspot.de
 Carsidan aldigimiz taze cilek ve bögürtlenleri atistirarak dinlendik biraz.
janetaliriza.blogspot.de
Sonra da pasta icin alis-verise ciktik. Hazir krema ve pasta tabani ile isin kolayina kacip gida boyasi, seker figürler, renkli hamurlar ile süslemeye abanmaya karar verdik. Yalniz pastayi tamamladigimizda insanliktan cikmistik. Resmini cekmeyi unuttuk. Belki ertesi gün Shimshim cekmistir, o zaman onu da buraya ekleyecegim. 

Pasta yaptiktan sonra kendimize gelmek icin mideye indirdigimiz Türkiye'den gelme kirazlarimizin resmini buldum makinada.
janetaliriza.blogspot.de
Ve o partiye elbette gitmedim. 15 cocugun ayni anda yapacagi gürültüye bir dilim pasta icin katlanamazdim. Shimshim'e yine de yardima ihtiyaci olup olmadigini sordum. Iyi ki yok dedi :))

O degil de, benim simdi ufakliga hediye almam lazim. 10 yasindaki oglan cocuguna ne alinir ki?  Futbolu da sevdigine göre, 2012 Avrupa Kupasi  temali bir seyler aramak düsüyor korkarim bana. Parlak fikirleriniz varsa yazin muhakkak.

Sevgiyle kalin,
Janet.

Tuesday, July 17, 2012

Modern Türk Edebiyatında 99 Hikâyeciden 99 Hikâye - Selim İleri


Oğlak Yayıncılık’ın 1997 yayımı olan 893 sayfalık bu derlemenin mimarı Selim İleri. Selim Bey, 1860 doğumlu Samipaşazâde Sezai’den 1949 doğumlu Necati Güngör’e kadar olan yelpazeyi 1949’da kesmesinin nedeni olarak 49 senesinin kendisinin de doğum yılı olmasını göstermiş. Çok özenli hazırlanmış, her hikayenin ayrı bir renk olduğu fevkalade bir eser. Her üç beş sayfada bir yepyeni bir hayata konuk oldum. Kimini okul dönemlerimden biliyordum, yeniden hatırlamanın tadı ile o hikayeyi okuduğum dönemin hatıraları birleşerek şaşırttılar beni. Kimilerini nasıl olup da anca bugün tanıdım diye hayıflandım, kiminin karanlık dünyasında ruhum sıkıldı, kimiyle okuma aşkım arttı (Okumak – Ziya Osman Saba), kimiyle boğazda kayığa bindim, kimiyle bir pencereden Beyoğlu’nun karmaşasına baktım, kimiyle metruk bir evden apar topar kaçtım (Sağır Yalı – Samet Ağaoğlu), Dimo ile terzi Kadri ve Madam’ı ziyaret ettim (Bir Terzi Soyunuyor – Zeyyat Selimoğlu), Yaşar Kemal’in Ağır Akan Su hikayesinde dertli Kerem Ustası’nın evinin küllerinin yanında dururken son satırda anlatılanların gerçek olduğunu öğrenip kalbimi kararttım.

Ta ilkokul zamanından bildiğim Yüksek Ökçeler mesela.  Ömer Seyfettin. Neşelendim okuyunca. Oysa ne kadar basit bir hikaye. Doğru ya! Basitliğinden aslında sevişim. Suat Derviş’in Avdet öyküsü de romantik akışını müteakip şaşırtıcı sonuyla okuru ters köşeye yatırıp, yüzünde gülümseme bırakıyor.


Oğuz Atay'ın "Demir Yolu Hikayecileri - Bir Rüya" öyküsü de anmaya fena halde deyeceklerden bir tanesi. Öyküye başlar başlamaz, garda hikaye satan 3 hikayecinin kulübelerini izlerken buldum kendimi. (Böyle bir meslek gerçekten var mıydı?) Her durumda hikaye yazarak geçim sağlamanın neredeyse imkansız olduğu hakikati ile yüzleştirdi Oğuz Bey bizleri. Kapanışını da o meşhur cümlesi ile yaptı: 


Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?

Ruhuma en iyi gelen satırların en eski olanlar olduğuna kâni oldum bu kitabı okurken.

janetaliriza.blogspot.de
Sizi hikayelerden bir kaç cümle ile baş başa bırakmadan önce, Orhan Duru’nun Yeşil Lahanalar hikayesini de anmak istiyorum. Hikaye, bir şiir gibi hece ahengi içinde, kafiyeli olarak ama nesir biçiminde yazılmış. Bir paragraf aktarmak isterim:

Kabzımal bastı kızı bağrına. Üzüldü bahçıvan eski gücünü yitirdiğine. Ne günlere kaldık, tanrım dedi kendi kendine. Herkes ekmek derdinde. Ekmek ekinde. Ekin köylüde. Köylü köyünde. Köy nerde? Ben ekmiyorsam ekmek, kimsenin ekmeğine el sürmeyeyim diye. Ama işte bu da gelecekmiş başıma demek, bu başımın üzerindeki şapkaya. Çıktı kızım da ondan yana. Kendi kanımdan olan kızım da karşı bana.“

Sözü çok uzatmadan diğer öykülerden unutmak istemediğim ve o yüzden burada kayda geçirdiğim diğer cümleler de aşağıda:

Sahilin sakin suları üstünde yeşil gölgeleri uyuyan çamların uğultularında ağlayan bir melâl var gibi geliyordu.“ (Güzide Sabri – Heybeliada Mezarlığı) 

Mayıs geldi, karşıbahçe âdeta bir kiraz denizi halini aldı. Eski ev, artık büsbütün kaybolmuştu.“ (Kirazlar – Reşat Nuri Güntekin)

Bilir misiniz ki bir kadının dudakları arasında parlayan bu hande, bu firarî işve şimşeği bir erkek kalbinde ne müthiş boralar tevlit eder?“ (Bir Ölünün Mektupları – Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

Ve hiçbirimizin aslında çok da farklı olmadığını iddia eden ve ister istemez önce karamsarlığa sonra huzura götüren cümleler de vardı elbet, Tanpınar'in Tren Yolculuğu'ndaki gibi:

Ben de bir şey sormaya cesaret edemedim; daha ötesinin bir yığın imkânsızlık; olmayacağı bile bile kurulan hayaller, cılk çıkan ümitler, birbirini tutmayan hesaplar, farkında olmadan işlenen hatalar, tek çare gibi görünen budalalıklar olduğunu hangimiz bilmeyiz? İnsan hayatı sandığımız kadar değişik değildir. Şartların arasına, mühim anlarda, kendi tecrübenizi olduğu gibi nakledin, en başka türlü hayatı doldurmuş olursunuz.“ (Bir Tren Yolculuğu – Ahmet Hamdi Tanpınar)

Sevgiyle Kalın
Janet.

Sunday, July 15, 2012

Telve Bana Bir Sey Demek Istiyor

janetaliriza.blogspot.de

 Cuma günü, aksam yemegini müteakip, efendim, bir yorgunluk kahvesi ile günümü taclandirmisken bir de üstüne fal kapadim ki ahvalimiz nedir bir tüyo alalim. Zaten hep cok sansli, cok kismetliyimdir; bunu gören telve bile gülümsemis bana. Daha ne isterim ben! Cok sükür.

janetaliriza.blogspot.de

Fincanda olanlar da bunlar. Anlayan ve agzindan bal damlayan varsa hic cekinmesin lütfen, dinlerim seve seve. Ama karanlik yorumlarinizi agzinizin icinde tutunuz.

Sevgiler,
Janet.

Saturday, July 14, 2012

Frida Kahlo ve Mentollü Bonbonlar

janetaliriza.blogspot.de
 Münih Havaalani'ndan hediye olarak gelmisti bu Kahlo baskili kutucuk. Kutucuk diyorum, zira bir kibrit kutusu büyüklügünde. Üzerinde Kahlo'nun 1947'de yaptigi otoportresi var. Bu resim "Self-Portrait with Loose Hair" diye biliniyor. Geldiginde de icinde mentollü bonbonlar vardi. Ben de bittikce yenilerini ekliyorum. 


janetaliriza.blogspot.de

Keske bu yetenekli Meksikali'nin 20nci yüzyilin ilk yarisinda yaptigi renk renk degisik fonlar üstüne oturttugu canim portre ve otoportrelere daha sık baksam.

Maymunlu olan oto-portresi benim favorim. Siz hangisini en cok seviyorsunuz?

Sevgiyle kalin,
Janet.


Friday, July 13, 2012

Dukan Diyeti - Dr. Pierre Dukan

janetaliriza.blogspot.de
 Herkesin son dönemde delicesine pesine düstügü, et yiye yiye zayifladigi, diyetin incili haline gelmis olan Dukan benim de elime gecti. Resimlerden de anlayacaginiz üzere kitaba tepkiliyim. Okurken, misler gibi kendi yaptigim muzlu tarcinli sütü ictim. Yetmedi, Yunanistan'in calkantili bütcesine katki olsun, Angela Merkel'e borclarini bir an evvel ödeyebilsinler diye aldigim (!) zeytinyagli sarma konservesini de sükrederek ve afiyetle yedim. 

janetaliriza.blogspot.de
Tek tip beslenmenin saglikli oldugunu hangi akli evvel savunabilir? Saglik acilimlari olmadigi sürece, kalp ameliyati olunmayacaksa, obezlikten dönülmeyecekse neden yapilmalidir böyle bir diyet?

Bu diyeti  uygulayanlarin bloglarindan anladigim kadariyla, bunu uygulayanlar bogazina kadar kabiz olmuslar. Meyve yemeyen bünyelere neler olur? Kimse sacinin, tirnaginin, derisinin, immün sisteminin verdigi tepkilerden söz etmemis. Ancak ben eminim, meyve sebze yoksunlugunun etkileri bu saydigim yerlerde hemen gözlenebilir. (Atak bitip seyir evresi basladiginda iki günde bir bir miktar sebze yenebiliyor. Ben onu da yetersiz buluyorum.) Karbonhidrat grubuna da veda ediyorsunuz, ancak yulaf kepegi ile bir krep tarifi var ki, onunla bu özlemi giderebiliyorsunuz. Barsaklari da yulaf kepegiyle calistiriyormussunuz. Koruma evresinde, yani arzu ettiginiz kiloya ulastiktan sonra normal yemeye basliyor, haftada bir protein günü yapiyorsunuz.

Dengeli beslenmek, ölcülü ve saglikli yemek, hareket etmek lazim zayiflamak icin. Zayiflatmiyordur Dr. Dukan demiyorum. Ama saglikli olmasi imkansiz böyle bir gida rejiminin. Küspeye talim, halterci yetistirircesine et üstüne et, günde onca yumurta... Karacigere, böbreklere zulüm bence.

Bu diyete dair kulaktan dolma bilgilerimi kitabini okuyarak ilk elden olanlar ile güncelledim.
Begenmedim. Ama -dilerim hic isimiz düsmesin- acil bir sekilde erimek gerektiginde uygulanacak bir metot ögrendim.

Yunanistan'a yardim icin helva alacagim bugün.

Afiyet, sihhat dolu günler olsun,
Janet.

Thursday, July 12, 2012

Tedirginin Biri - Sunullah Arısoy

Cuma sabahi, yine bir firtina ile gün agarmadan gözlerimi actim. Yeniden uyumada muvaffak olamayinca ben de önce kendime bir kahve hazirlayip kalan uykumu dagitmaya karar verdim.

janetaliriza.blogspot.de
Yalniz basincsiz, french press ve türevlerinde hazirlanan kahve, göstermesini umdugunuz etkiyi maalesef göstermiyor. Ben sabahin o saatinde demir mocha'yi ocaga koymaya üsendigim ve Cafissimo ile gürültü yapmaktan cekindigim icin bir seferlik buna talim ettim.


Firtina tedirginliginin üstüne, kütüphaneden en son aldigim kitaplara göz gezdirirken bu basligi görünce o halimi yansitan bir hikaye okuyacagimi sanmistim. Oysa bu tedirgin, baska türlü tedirginmis. Ari Yayinlari'nin 1962'de yaptigi birinci baskisi olan bu 78 sayfalik uzun hikaye elime gectiginde oldukca yipranmis, yaslanmisti. Kitap kokusunu sevenler bilirler, eski saman kagidin ve eski mürekkebin yasli ve titrek bir kokusu vardir. Icime cektim. Ve o nefesle kendimi tedirginin depresif dünyasinin bunaltili oldugu kadar yer yer felsefik yansimali cümlelerinin akintisina biraktim. 


Cümleleri okurken aklimdan gecenleri, yorumlarimi, güldüklerimi kendime sakliyor, sizi birkac alinti ile basbasa birakiyorum:

janetaliriza.blogspot.de

Yeni bir gün basliyor demek, hicbir sey demek degildi. Bir adamin uyanmasi demekti. Yalniz bu demekti. (s.7)

* * *

Bir iri budala, aglamayi aciyla birletirmis, o günden bu yana aglamak acinin isareti olmus....Oysa aglamak nasil güzel bir seydi! Aglamaya böyle bir anlam verince, ya da verilmis böyle bir anlamin etkisinde kalinca, kisioglu o güzelim tadi yitirmisti. (s.21.)



* * *

Ne demisti doktor? Doktor demistiki... --Tanri bütün doktorlarin belasini versindi! Bütün doktorlarin yok olmasinda hicbir sakinca yoktu. Bastan sona birer kücük budalaydilar. Kisioglunun en ise yaramazi gidip doktor oluyordu. Baska birsey olamayacaklari, bir ise yaramayacaklari icin doktor olacaklardi.(s.36.)

* * *

Bende anlayamadigi bir yan varmis. Cekiyomus O'nu. <Havam> degisikmis benim. Ne havasi? Hep beni düsünmüs. Kendisi de sasiyor buna. Düsüncesine katildim.
<Aleladeyi görmemissiniz de ondan> dedim.
Eliyle agzima bir tokat vurdu.
Kücük, yumusak elleri var. Bebek elleri gibi. Duyarligi olan eller bunlar, belli. (s.51.) 


* * *
Ilkin benim o toplantiya gelmemi cok yadirgamis. Öyle diyor. Birisi demis ki O'na <sana> demis <ilginc bir adam getirecegim...Aykiri bir adam>
Tasrali bulmus beni. Kiligim, oturusum, sigara icisim, konususum, yanima yöreme bakisim hep tasraliymis!
Dogru.
O gün ki yadirgamadi ki beni. Yalniz o gün mü?
Dogdugum gün Tanri bilir, anam babam yadirgamistir önce--Sonra herkes. Ben bile kendimi yadirgiyorum. (s.53)

Sevgiyle Kalin,
Janet.

Monday, July 9, 2012

Bambados!

Birkac gün önce havuzdan davetiye aldigimi yazmistim. Cuma ögleden sonra git gide agirlasan, bir yagip bir acan havadan nemlenecegime, dogruya havuza atlayarak islanmaya karar verdim. Yalniz cuma günü oldugu icin, zannettim ki cocugunu kapan gelir, ortalik ufakliklardan gecilmez, biz de adam akilli yüzemeyiz. Oysa hic de sandigim gibi degildi. Yas ortalamasi 35 civariydi. Herkes sakin sakin sporunu yapti, kitabina göz gezdirdi.

janetaliriza.blogspot.de

Kapali havuzlar icinde en cok spor amacli olani, yani olimpik ölcüleri haiz olanini seviyorum. Herkes kulvarinda rahat rahat yüzüyor. Ortalikta ördek gibi dolanan olmuyor.

Bir ara disaridaki havuzlara da gittim. Su sicakligi biraz daha düsüktü, ilk basta alismak güc olsa da spor amacli yüzmeye daha müsait oluyor soguk su.

Elbette kaydiraklari affetmedim. Asagiya dogru süratlendikce adrenalin artiyor! Aslinda adrenalinle basim hic hos degil. Onu sadece caresizlik anlarimdan tanidigim icin garip hisler duyuyorum adrenalinin ardindan. Bir nevi sartli refleks sanirim. Yenerim ama. Üstüne gitmem lazim hepsi bu. O yüzden spor esnasinda kücük adrenalin anlarini degerlendirip o refleksimi bertaraf etmeye calisiyorum.

Spor kompleksinin catisina da romantik bir havuz kondurmuslar. Orman manzarasina nazir, acik havada ve isitilmis suyun icinde harikulade bir yarim saat gecirdim.

O gün, aklima sık sıSunullah Arısoy'un o sabah okudugum hikayesinden (Tedirginin Biri) cümleler geldi. Kendimi yerli yersiz gülümserken yakaladim.


E onu da yarin anlatayim madem.
Sevgiyle kalin,
Janet.

Sunday, July 8, 2012

Prag Mezarlığı - Umberto Eco

janetaliriza.blogspot.de


Bu edebî ziyafet sofrasına Koko sayesinde oturdum!

Doğan Kitap’ın yayınladığı 493 sayfalık bir Umberto Eco ziyafeti.Bir gül gibi kat kat açılan bir hikaye. Zaten Eco’dan da başka türlüsü beklenemezdi. Kitap ve yanındaki harikulade kart elime geçer geçmez kitaba gömüldüm. Daha ilk sayfaların birinde Almanlarla ilgili bir paragrafa rastlayınca burada durup bu bölümü kahkahalarla Stephan’a anlattım. O kadarcık giriş bölümü bile başımızı döndürmeye yetti. Stephan „bekle okuma hemen Almancasını alıp geleyim, eşzamanlı ilerleyelim“ dedi ve böylece, birlikte bir film izler gibi, aynı kitabı iki farklı lisanda eş zamanlı okuduk. Kitabın güzelliği, paylaşmanın bereketiyle katlandı.

Çeşitli milletlere/toplumlara dair önyargılar, tezgâhlar, komplo teorileri, takma sakallar, leziz yemekler, yer yer karşınıza çıkan S. Freud gibi gerçek karakterler…Öyle bir tempoda, ve yer yer kitabın anlattıklarını öte sayfalarda açmasıyla birtakım mevzuları geç anlıyor okur. Geri dönüp gözden geçirmek de kitabın büyüsünü bozacağından; kitap bittiğinde onu yeniden okuyacağınızı çok iyi bilerek ayrılacaksınız.

Doya doya okuyun.
Sevgiler,
Janet.

Saturday, July 7, 2012

Masumiyet Müzesi - Orhan Pamuk


Kitabı çıktığı zaman hemen alıp okumuştum. Şimdi Türkçesini bulamadım kütüphanede, o yüzden Almancasını fotoğrafladım. 

janetaliriza.blogspot.de

Aslında, belki romantik hisleri kuvvetli, anılarını eşyalar ile bütünleştirerek onları biriktirmenin anlam ifade ettiği kişiler için çok içli, çok duygu yüklü ve bir solukta okunacak bir roman olabilir. Yalnız benim elimde, biçare kitap, bitmek bilmedi.  Kitabın açılış cümlesi herkes gibi beni de tavlamıştı:

„Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum“

Orhan Pamuk kitaplarının dekorunu da hep çok sevmişimdir. Bu kitaptaki 70ler, 80ler planları da aynı şekilde çok kapsamlı, çok görsel. Ben Füsun ile Orhan Pamuk’un dans etmesini okurken çok güzel zaman geçirdim. „bir zamanlar zengin olup da servetlerini beceriksizce kaybeden her aile gibi pamuklar da içlerine çekilmişlerdi“  cümlesini okurken, Orhan Bey'in dedikodusunu yaptığım hissine kapıldım.Füsun'un Samsun içtiğini öğrenince, sanki odam leş gibi Samsun koktu. Kemal, Füsunlar'gidiş gelişleri artırınca ben onun adına utandım.
  
Bunlar aklımda kalan ve tat aldığım noktaları. Ama kitaba gitgide yayılan, adım adım artan obsesyonu, eşya bağımlılığını ve bu tatsız aşkı ben okumaktan hazzetmedim.  Romanın ayrıntılarından çok sıkılmış olmam, onun orijinalitesinden bağımsız bir durum. Daha önce böyle saplantılı bir aşkı, böyle kleptoman bir aşığı izlememiştim roman satırlarında. Bu anlamda, Pamuk yeni bir kapı açmış, (sanırım) denenmemiş birşeyi denemiş. Ayrıntıya gelemiyorsanız kaçın. Ama aşk, saplantı, mutluluk, nesneler düzleminde bir yolculuk yapma fikri rahatsız etmiyorsa hiç durmayın, girin Masumiyet Müzesi'ne.

Sevgiler,
Janet.

Friday, July 6, 2012

Terk Eden Aslinda Terk Edilen Midir?

Son haftalarda ask atmosferi cok sisli, zaman zaman cok gergin, bol simsekli. Kozmik dünya mi oyun oynuyor, gerileyen Venüs mü acitiyor, sinirler bozuk da toplu bir deliryuma mi sürükleniyoruz bilmiyorum ama su sira ciftler birbirlerini cok incitiyorlar.


Ilk isittigim hikayeye göre, delikanli bizim kiza bulusmalarda nispeten kaba davranmaya baslamis önce. Sonra yemekli bulusmalar yerini kisa kahve bulusmalarina birakmis. Oglanin annesi sehre geldigi icin muhabbeti fazla uzatamamasina yormustuk bu durumu. Yavas yavas aramalari da azaltmis. Ya annesinden cekiniyor ya da soguyor dedik bu duruma. Derken topluca bir görüsmede, kizcagizin tokum demesine ragmen israrla bir sandvic ismarliyor. Kiz (galiba biraz da domuzlugundan) yemeyince de birden parlayip sandvici cöpe atiyor. Yok iste "artik sen beni sevmiyorsun"lar, falan ile de kizi iyice sasirtiyor. Oysa arayi sogutan kendisi. Sonradan da agir agir evinin esyalarini dagitmaya basliyor. Calisma masasi birine, bisiklet ötekine... Galiba Ingiltere'ye tasinacakmis. Ama bunu kedisi hic dile getirmiyor. Bir tanidiga öyle birseyden söz etmis. Dolayli ögreniyoruz haberi. Bizim kiz sesini cikartmiyor ama alti kilo verdi, eridi gitti. "Birlikte olmak zorunda degiliz, ayrila da biliriz, ama konussana benimle be adam ne istiyorsun" diyor ama eleman hala muglak tavirlar icinde. Bu durumda kiz terk edecek gibi görünüyor.


Bir diger kafasi karisik haberi de evlenme arefesindeki bir dostumdan geldi. Nikaha yalnizca sayili haftalar kala yoktan yere cocuklasarak, kavga cikaran, küsen, utanc verici hallere giren eniste, herkese davetiyeler dagitildiktan sonra kaprisinden, darginlik arkasi barismayi beceremediginden nikahi erteliyor! Gelin hanim davetlilere izahat vermekten ve bu adamla gececek hayati düsünmekten bitap.  Bu durumda kiz terk edecek gibi görünüyor.


Erkek tarafinin Alman, kiz tarafinin Italyan oldugu bu iliskide, oglan da kiz da belirli araliklarla birbirlerini ülkelerinde ziyaret etmekte, hasret gidermektedir. Araya giren bir iki ayin ardindan, birkac gün zarfinda hasret giderme esnasinda oglan inatla yilan dilini esirgememekte, aci sözleriyle bambina'nin yüreginde yaralar acmaktadir. Böyle yapar ama kiz gelmeyince de üzülür, kendi ziyaretlerini de eksiltmez. Tipki aci sözlerini eksiltmedigi gibi. Bu durumda kiz terk edecek gibi görünüyor.


Ortayasi geride birakan ciftimizden, erkek tarafi emeklilik ardindan önce kisa, sonra uzun tatillere cikmaya baslar. Kadin tarafinin buna hicbir itirazi yoktur. Yeter ki herkesin huzuru yerunde olsundur. Derken adam yilin alti ayini direkt disarda gecirmeye baslar. Ceketini esyasini alip ayriliyorum da demez ama hic. Bu sünüp giden iliskiden yorulmaya baslayan hanim, artik terk edecek gibi görünüyor.


Genel olarak sorumluluktan kacma egilimi yüzünden, erkekler, terk etmek istedikleri kadinlari terk etmeye mi zorluyor? Terk eden aslinda terk edilen mi?


Sizde hikayeler varsa dinlemek isterim.
Sevgiyle kalin,
Janet.

Thursday, July 5, 2012

Kendine Düşman Kadınlar

Zaman zaman Türk anne-babalarla temas kuruyorum. Aileler Almanca bilmedikleri için ne çocuklarının derslerine yardım edebiliyorlar, ne öğretmenleri ile görüşebiliyorlar. Ben de elbette veli görüşmeleri ve saire için seve seve çeviri yapıyorum onlara.

Buralardaki gözlemlerime dayanarak diyebilirim ki, buradaki cehalet Türkiye’deki ortalama alt tabakayı sollayacak düzeyde. Görgüsüzlük de cabası. Ancak, o görgüsüzlük düzeyi tartışılır. Zira, üniversite mezunu olup da, bu cigligini zaman icinde törpüleyecegine artiranlar gani. Bir öfke aninda yazmam dilerim.)

Örneğin, kızının okul başarısızlığından söz eden bir anne „Tabii, Türkiye ile Almanya’daki sistemler birbirinin aynı olmadığı için kızım okulda zorlanıyor“ diyor; „kızınız Almanya’ya kaç yaşında geldi?“ sorusunu ise „burada doğdu“ diye yanıtlıyor.

Yabancı ev hanımlarının, günlük yaşamlarını idâme ettirmelerini mümkün kılacak kadar Almanca öğrenmelerini amaçlayan bir projede, Türk hanımların Almanca öğretmeni olarak kısa bir süre çalışmıştım. Hanımlardan biri, bir diğerini, arabası ile derse getiriyordu. Oğlunun doktor randevusu nedeniyle  bir sonraki derse gelemeyeceğini; dolayısıyla diğer hanımı da getiremeyeceğini söyledi. Diğer hanımın tepkisi evlere şenlik. Elini beline koydu ve en çirkef ses tonu ve yüz ifadesi ile „BİZİM KAÇ TANE ARABAMIZ VAR!“ dedi. (Özellikle büyük harflerle ve kalın yazıyorum.) Bazen, söylenecek sözler anlamını bir anda yitirip gidiyorlar.

Hanımlar arası çekişmeler, s*d*k yarışları, hasetler, gıybetler zaten evrensel kabul edilir. Yalnız, bunu yapanlar bir de kadın olarak erkeğinin yanındaki yerini bilenler (!) olunca, seviye bambaşka bir boyut alıyor. Eşi tarafından, maalesef bildik ilkel yöntemlerle (gerçekten üzülerek söylüyorum) ‚terbiye edilen‘ bir hanım sinirlendiği bir diğer hanımı çekiştiriyor. Diyor ki „at, sahibine göre kişner.“ Anlatılanlara bakılırsa, diğer hanım ‚dili uzun‘ ‚herşeye karışan‘ birisi. Onun edepsizliklerinin müsebbibi ise, diğer hanımlara göre eşinin, hanımının „ipini uzun tutması“!!! Kendini at, eşini sahibi diye nitelemekten hicap duymamak… Kendine mi düşman bunlar? Diyecek söz bulunamıyor işte.

Kadına uygulanan şiddet konusunda, sadece erkeği eğitmenin ne kadar tek yönlü olduğunun resmidir bu. Kadınların kimi, bunu şikâyet konusu olarak bile görmüyor. Olağan yaşamın, günlük iletişimin bir parçası onlar için. Gelin de çıkın işin içinden. Gelin de koruyun bu kadını. Gelin de bu kadının yetiştirdiği oğlan çocuğunun, gün gelip bir centilmene evrilebileceğine inanın. Mümkün mü Allah aşkına?

Bende böyle hikâyeler çok. Bereket hayat bana tecrübe çeşitliliği konusunda cömert davrandı, çok çeşitli grupları yakından tanıma şansım oldu. Devamı gelecek muhakkak.

Sevgiyle kalın,
Janet

Wednesday, July 4, 2012

Fotograf Cekemiyorum

Aslen gazeteci, tarihci vs. olan bir grup arkadasim, ayri ayri caldiklari enstrümanlari ile bir araya gelerek kendi kendilerine müzik yapmaya basladilar. Arkadas ortamlarini senlendiriyorlar falan derken önce kilise kermeslerinden, sonra festival organizasyonlarindan teklif almaya, hic beklemedikleri bir sekilde hobilerinden para kazanmaya basladilar. 


Kilise kermeslerini seviyorum, cünkü festival gibi bir güruh insan ve deli gürültü olmuyor. Daha nezih, daha sakin, yas ortalamasi daha yasli ve yemekler daha lezzetli oluyor.  
Bunlardan bir tanesi gecen pazar günüydü, yukarida sözünü ettigim arkadaslarim da oraya birkac parca calmak icin gitmislerdi. Resim cekerken bir yandan da kendimi onlara göstermeme, konsantrasyonlarini bozmama cabam vardi, o yüzden cok sacma resimler cekmisim. 

janetaliriza.blogspot.de

Bir yandan neseli sarkilarini dinlerken, kilise gönüllülerinin hazirladigi buz gibi meyve salatasi ile serinledik. 

Elbette bira ve Brezel klisesi de vardi ama ben hic bulasmadim. Müthis davetkar pastalara karsi koyduguma hala yaniyorum.


janetaliriza.blogspot.de

Bizim arkadaslarin şanı bir iki organizatörün dikkatini cekmis. Onlari tanitmak icin fotograf cekimi yapmislar. En sevdigim fotografin kartposta halini klavyeci arkadasim bana hediye etti. Ben de o karti kitap ayraci olarak kullanmaya basladim.


Kartin resmini cekmistim, hic güzel cikmamis, yine de koyuyorum ama:
http://janetaliriza.blogspot.de
http://janetaliriza.blogspot.de


Resimdeki sagdan direksiyonlu old-timer'a asik oldum. Grubun bir internet sitesi var. Buradan  göz atabileceginiz sayfada, resimler bölümünde bu ihtiyar güzelligin (arabayi kast ediyorum evet) diger pozlari ile gözlerinizi senlendirebilirsiniz.


Elemanlarin Facebook sayfasini begenip garipleri sevindireyim, müziklerini arada dinleyeyim derseniz de o sayfa iste burada.


 Sevgiyle kalin,
Janet