Wednesday, June 20, 2012

Pinhan – Elif Şafak


Aslında şu an okuduğum başka bir kitabı anlatmak için gelmiştim klavye başına, ama Pinhan’ın hatırası rahat bırakmadı. Ondan söz edelim madem.

Kitabın birinci baskısı 1997’de yapılmış. 224 sayfalık bir efsane! Metis Yayınları’nın 2000 yılında yaptığı onuncu basım Pinhan’ı kütüphanede bulduğumda, gurbet illerinde dost ile karşılaşmış gibi hissetmiştim kendimi. En favori ikinci romanımdır Pinhan. (Birincisi G.G. Marquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık’ı.) Bu kitabı çok sevmemin sebebi içeriği ve masalsı – gerçerçi anlatımı olduğu kadar, geri planıdır da.

janetaliriza.blogspot.com
Elif şafak bu romanını daha 26 yaşındayken, master tezinin hemen ardından yazmıştır ve romanı okuyanlar da apaçık görürler ki, hikaye pek çok kaynaktan beslenmektedir. Bu kaynakların hemen hepsinin Anadolu temelli eserler olduğunu belirtmekte fayda var.

Bilginin bir hikaye ile birleştirerek sunulmasından, çoklarının aksine haz duyuyorum. Denilen odur ki, romanların atmosferi daha ziyade tahayyül ile dolmalı; bilgi,  tarih, diğer yazarlardan yapılan alıntılar, okuru sıkmamak adına sessizce yedirilmeli, göze sokulmamalıdır. Halbuki, bunun aksi üslubu yansıtan İskender Pala’nın da sâdık bir okuru olarak bu tadı çok sevdiğimi itiraf ediyorum. Kitabı boğduğu, konuyu dağıttığı tartışılan o eklentiler beni mest ediyor.

Pinhan’a dönersek; roman dört ana bölümden müteşekkil: Toprak, Hava, Ateş ve Su. Her bir bölümün sunuşu bir beyit ile yapılmıştır. Bu bölümlerin her biri de kendi içinde başlıklardan oluşmaktadır ki, bunların hem isimlerini hem de girişlerine yazılan şiirleri, alıntıları çok sevdim. Bunları da bir bir yazının sonuna ekleyeceğim; hem merak edenler için, hem de özlediğimde yeniden aralarında gezinebilmek için.

Şafak’ın bu romanındaki kelime seçimleri bir harika. Anlatımı da destansı bir hava içinde. Eski Türk yazınları gibi. Bir Dede Korkut okur gibi. Bu romanı herhangi bir romanı okur gibi okumak ile tasavvuf birikimi ışığında okumak eminim çok farklı etkiler ortaya çıkarır. Kitapta sözü edilen çift başlılık da bunun ana öğesidir zaten. Pinhan’ın çıktığı yolu çok bedensel ve maddi anlamak da mümkün; çok manevi, çok ilahi anlamak da.

Kitabı okurken sık sık G.G. Marquez’i hatırlayıp „Yüz Yıllık Yalnızlık“ını özledim. Uçan halı ile  köye satış yapmaya gelen çingeneler, ölülerin gürültüsünden uyuyamayan insanlar, domuz kuyruklu bebekler gibi, Pinhan’da da gerçek üstü olup da aslında çok da sıradanmış gibi anlatılan fantastik öğeler bol bol var.

Romanın dekoru da müthiş. Eski İstanbul, Osmanlı zamanları, dönemin Anadolusu, dar sokaklar, tekkeler, meyhaneler, Ermenice isimler, Rumlar, Acemler, çeşit çeşit alışkanlıklar, gelenekler, bâtıllar, ritüeller, kocakarılar, eski adı Akrep Arif yeni adı Nakş-ı Nigâr olan mahalleler…

En çok Nevres karakterini sevdim. Karanlığı, felâketi çağıran, güzel kuzenini kıskanan, yoğurt-ekmek yiyen, karıncaların üzerine bu karışımdan döküp öldüren Nevres. Cinleri salan Nevres. Sarma yerken ağzının içindeki yeşili gizlemeden halasına „bana artık sen mi bakcan?“ diyen Nevres.

Kitabın her bir köşesini öyle seviyorum ve kafamda öyle canlı ki, bir bütün olarak yansıtabileceğimi sanmıyorum. Kafamda ilk yanan ışıkları topladım burada o kadar.

Sevdiğim herşeyin kayda geçmesini istemem bir kaybetme korkusunun tezahürü mü acaba?
Ne fark eder?

Sevgiyle kalın,
Janet.

~ ~ ~ ~ ~

 (Bölüm I)

Bu bab toprak ahvalin beyan eder
Ki tabiatı soğuk ve kurudur

Zifiri bir halka idi toprak
Yıldızlara sığınırdı bazen…


*             *             *
 (Bölüm II)

Bu bab hava ahvalin beyan eder
Ki tabiatı sıcak ve rutubetlidir

Firuzefam bir halka isi hava,
Güneşi perdelerdi bazen…

*             *             *

(Bölüm III)

Bu bab ateş ahvalin beyan eder
Ki tabiatı sıcak ve kurudur

Şarâbî bir halka isi ateş,
Kanına susardı bazen…

*             *             *

 (Bölüm VI)

Bu bab su ahvalin beyan eder
Ki tabiatı soğuk ve rutubetlidir
Sarı bir halka isi su,
Rengiyle dalaşırdı bazen…


*             *             *


Elma: 
Devir tamam oldu,
Dünyaya geldim. (Ahu)

Nokta:
Katreyiz alemde, lâkin
Dilde derya olmuşuz (İ.H. Erzurumi)

Hafıza:
Biz sevdik âşık olduk,
Sevildik maşuk olduk.
Her dem yeni doğarız,
Bizden kim usanası. (Yunus Emre)


Halka:
Her gün bir yerden dönmek ne iyi
Her gün  bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne âlâ
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım
(Mevlana Celaleddin)

Emanet:
Kırılmamak için bükül
Düz olmak için eğril.
Dolmak için boşal,
Parçalan ki yenilen
Az şeye sahip olanlar
Çoğa kavuşabilirler
Çok şeyi olanların zihni karışır.
(Tao Te Ching)

Hıyanet:

Yaşlı kadın gerekli özeni gösterip onu
Kendine getirmiş; sonra da kendisine
„Neyin var oğlum? Bu denli alt üst olacak
Ne gördün ki?“ diye sormuş.
(Binbir Gece Masalları
 Hasan-ül-Basri’nin Serüvenleri)

Felâket:

Devir döndü;
Zaman yine piç oldu. (Teslim Abdal)
Kefaret:

Korku duydu,
çünkü yalnızlık korku yaratır.
„Benden başka hiçbir şey yoksa
Niçin korkayım?“ diye düşündü.
O zaman krkusu geçti.
Korkacak hiçbir şey yoktu;
Çünkü korku ikinci bir varlık
Olduğu zaman gelir.
(İ.Ö. 700’den kalma Hint örneği Brihandaranyaka Upanişad)

Hezarpâre

Geçmiş ve gelecek yoktu
İstanbul vardı,
Ölüm yoktu, yaşam yoktu,
Yalnızlık yoktu, ıssızlık yoktu,
İstanbul vardı…
(Mehmet Fehmi İmre)

Rindâne

Itırgülün sesi,
ışık sonsuzun.
Geceleri ölüm
Konuşur karanlıklarda.  (Cemil Meriç)

Peymâne

Ve O’na baktım ve ruhum titredi;
Çok güzeldi.
Bedeni tekildi
ve sanki  her bir uzvu,
diğerini seviyordu. (Halil Cibran)

Püryâre

İster öldür, ister al
Kurtar beni pür-yâreden
İşte gönlüm, işte sen
Ben çıktım artık aradan. (Süreyya Efendi)

Cehennemin Kapıları

Ne ne Nerin’i
Çok yeme peyniri
Peynir seni öldürür
Cehenneme götürür
Cehennemin kapıları
İstanbul’un cadıları
Ik mık
Karakedi den
Oyundan çık  (Tekerleme)

Nida Hamamı

Bu hamamım içinde, ama her şeyin dışında bir yüzdü çocuğunki. (Murathan Mungan, Son İstanbul)

Elem Şehristanı: 

Hiçbir şeyi yoktu ve olsun da istemiyordu. Kente, konuşmalara, kitaplara gidiyordu. Sözcüklere doğru yola çıkıyordu. (Sylvie Germain, Amber Gece)

Firar Yolları;

Ey gönlüm, seni küçük utançtan ve kuytular erdeminden arıttım, seni güneşin önünde çıplak durmaya kandırdım. (Böyle Buyurdu Zerdüşt, „Büyük Özlem Üstüne“)

No comments:

Post a Comment