Aslında şu an okuduğum başka bir kitabı anlatmak için gelmiştim klavye başına, ama Pinhan’ın hatırası rahat bırakmadı. Ondan söz edelim madem.
Kitabın birinci baskısı 1997’de yapılmış. 224 sayfalık bir efsane! Metis Yayınları’nın 2000 yılında yaptığı onuncu basım
Pinhan’ı kütüphanede bulduğumda, gurbet
illerinde dost ile karşılaşmış gibi hissetmiştim kendimi. En favori ikinci
romanımdır Pinhan. (Birincisi G.G. Marquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık’ı.) Bu
kitabı çok sevmemin sebebi içeriği ve masalsı – gerçerçi anlatımı olduğu kadar,
geri planıdır da.
janetaliriza.blogspot.com |
Bilginin bir hikaye ile birleştirerek sunulmasından,
çoklarının aksine haz duyuyorum. Denilen odur ki, romanların atmosferi daha
ziyade tahayyül ile dolmalı; bilgi, tarih, diğer yazarlardan yapılan alıntılar,
okuru sıkmamak adına sessizce yedirilmeli, göze sokulmamalıdır. Halbuki, bunun aksi üslubu
yansıtan İskender
Pala’nın da sâdık bir okuru olarak bu tadı çok sevdiğimi itiraf ediyorum. Kitabı
boğduğu, konuyu dağıttığı tartışılan o eklentiler beni mest ediyor.
Pinhan’a dönersek; roman dört ana bölümden müteşekkil:
Toprak, Hava, Ateş ve Su. Her bir bölümün sunuşu bir beyit ile yapılmıştır. Bu
bölümlerin her biri de kendi içinde başlıklardan oluşmaktadır ki, bunların hem
isimlerini hem de girişlerine yazılan şiirleri, alıntıları çok sevdim. Bunları
da bir bir yazının sonuna ekleyeceğim; hem merak edenler için, hem de özlediğimde
yeniden aralarında gezinebilmek için.
Şafak’ın bu romanındaki kelime seçimleri bir harika. Anlatımı
da destansı bir hava içinde. Eski Türk yazınları gibi. Bir Dede Korkut okur
gibi. Bu romanı herhangi bir romanı okur gibi okumak ile tasavvuf birikimi
ışığında okumak eminim çok farklı etkiler ortaya çıkarır. Kitapta sözü edilen
çift başlılık da bunun ana öğesidir zaten. Pinhan’ın çıktığı yolu çok bedensel ve maddi anlamak da mümkün; çok manevi, çok ilahi anlamak da.
Kitabı okurken sık sık G.G.
Marquez’i hatırlayıp „Yüz Yıllık Yalnızlık“ını özledim. Uçan halı ile köye satış yapmaya gelen çingeneler, ölülerin
gürültüsünden uyuyamayan insanlar, domuz kuyruklu bebekler gibi, Pinhan’da da
gerçek üstü olup da aslında çok da sıradanmış gibi anlatılan fantastik öğeler
bol bol var.
Romanın dekoru da müthiş. Eski İstanbul,
Osmanlı zamanları, dönemin Anadolusu, dar sokaklar, tekkeler, meyhaneler, Ermenice
isimler, Rumlar, Acemler, çeşit çeşit alışkanlıklar, gelenekler, bâtıllar,
ritüeller, kocakarılar, eski adı Akrep Arif yeni adı Nakş-ı Nigâr olan
mahalleler…
En çok Nevres karakterini sevdim. Karanlığı, felâketi çağıran, güzel kuzenini
kıskanan, yoğurt-ekmek yiyen, karıncaların üzerine bu karışımdan döküp öldüren
Nevres. Cinleri salan Nevres. Sarma yerken ağzının içindeki yeşili gizlemeden
halasına „bana artık sen mi bakcan?“ diyen Nevres.
Kitabın her bir köşesini öyle seviyorum ve kafamda öyle canlı
ki, bir bütün olarak yansıtabileceğimi sanmıyorum. Kafamda ilk yanan ışıkları
topladım burada o kadar.
Sevdiğim herşeyin kayda geçmesini istemem bir kaybetme
korkusunun tezahürü mü acaba?
Ne fark eder?
Sevgiyle kalın,
Janet.
~ ~ ~ ~ ~
(Bölüm I)
Bu bab toprak ahvalin
beyan eder
Ki tabiatı soğuk ve
kurudur
Zifiri bir halka idi
toprak
Yıldızlara sığınırdı
bazen…
* * *
(Bölüm II)
Bu bab hava ahvalin
beyan eder
Ki tabiatı sıcak ve rutubetlidir
Firuzefam bir halka isi
hava,
Güneşi perdelerdi bazen…
* * *
(Bölüm III)
Bu bab ateş ahvalin
beyan eder
Ki tabiatı sıcak ve kurudur
Şarâbî
bir halka isi ateş,
Kanına susardı bazen…
* * *
(Bölüm VI)
Bu bab su ahvalin beyan
eder
Ki tabiatı soğuk ve rutubetlidir
Sarı bir halka isi su,
Rengiyle dalaşırdı
bazen…
* * *
Elma:
Devir tamam oldu,
Dünyaya geldim. (Ahu)
Nokta:
Katreyiz alemde, lâkin
Dilde derya olmuşuz (İ.H.
Erzurumi)
Hafıza:
Biz sevdik âşık
olduk,
Sevildik maşuk olduk.
Her dem yeni doğarız,
Bizden kim usanası.
(Yunus Emre)
Halka:
Her gün bir yerden
dönmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan
akmak ne âlâ
Dünle beraber gitti
cancağızım
Ne kadar söz varsa düne
ait
Şimdi yeni şeyler söylemek
lâzım
(Mevlana Celaleddin)
Emanet:
Kırılmamak için bükül
Düz olmak için eğril.
Dolmak için boşal,
Parçalan ki yenilen
Az şeye sahip olanlar
Çoğa kavuşabilirler
Çok şeyi olanların
zihni karışır.
(Tao Te Ching)
Hıyanet:
Yaşlı kadın gerekli
özeni gösterip onu
Kendine getirmiş; sonra
da kendisine
„Neyin var oğlum? Bu
denli alt üst olacak
Ne gördün ki?“ diye
sormuş.
(Binbir Gece Masalları
Hasan-ül-Basri’nin Serüvenleri)
Felâket:
Devir döndü;
Zaman yine piç oldu. (Teslim
Abdal)
Kefaret:
Korku duydu,
çünkü yalnızlık korku
yaratır.
„Benden başka hiçbir
şey yoksa
Niçin korkayım?“ diye
düşündü.
O zaman krkusu geçti.
Korkacak hiçbir şey
yoktu;
Çünkü korku ikinci bir
varlık
Olduğu zaman gelir.
(İ.Ö.
700’den kalma Hint örneği Brihandaranyaka Upanişad)
Hezarpâre
Geçmiş ve gelecek yoktu
İstanbul vardı,
Ölüm yoktu, yaşam
yoktu,
Yalnızlık yoktu,
ıssızlık yoktu,
İstanbul vardı…
(Mehmet Fehmi İmre)
Rindâne
Itırgülün sesi,
ışık sonsuzun.
Geceleri ölüm
Konuşur karanlıklarda. (Cemil Meriç)
Peymâne
Ve O’na baktım ve ruhum
titredi;
Çok güzeldi.
Bedeni tekildi
ve sanki her bir uzvu,
diğerini seviyordu.
(Halil Cibran)
Püryâre
İster öldür, ister al
Kurtar beni pür-yâreden
İşte gönlüm, işte sen
Ben çıktım artık
aradan. (Süreyya Efendi)
Cehennemin Kapıları
Ne ne Nerin’i
Çok yeme peyniri
Peynir seni öldürür
Cehenneme götürür
Cehennemin kapıları
İstanbul’un cadıları
Ik mık
Karakedi den
Oyundan çık (Tekerleme)
Nida Hamamı
Bu hamamım içinde, ama
her şeyin dışında bir yüzdü çocuğunki. (Murathan Mungan, Son İstanbul)
Elem Şehristanı:
Hiçbir şeyi yoktu ve
olsun da istemiyordu. Kente, konuşmalara, kitaplara gidiyordu. Sözcüklere doğru yola çıkıyordu. (Sylvie Germain, Amber Gece)
Firar Yolları;
Ey gönlüm, seni küçük utançtan ve kuytular erdeminden arıttım, seni
güneşin önünde çıplak durmaya kandırdım. (Böyle Buyurdu Zerdüşt, „Büyük Özlem
Üstüne“)
No comments:
Post a Comment